“Mart ve kedi fıkrası!..” / İbrahim UYSAL

“Mart ve kedi fıkrası!..” / İbrahim UYSAL

Bazen düşünüyorum da, zaman denilen şey güzel mi, çirkin mi, acımasız mı, yoksa zaman denilen şey kendi halinde bir şey de, biz mi zamana çok şeyler yüklüyoruz.

Okuldan eve giderken, İlçeden Antalya'ya giden dolmuş garajının önünden geçiyoruz. Garaj yazıhanesinin yanında da bir büfe var ve hiç durmadan aynı plağı tekrar tekrar çalar dururdu.

Aydın Tansel kimmiş, Şerif Yüzbaşıoğlu neymiş, kimin umurunda ki, öğle yemeğine eve giderken ayak sürürdük, şarkıyı dinlemek için.

Derinden bir "Off Offf Off offf" çekerek başlardı şarkı.

Sonrası bizim için o günler hiç de bir anlam ifade etmeyen, "Günler aylar gelip geçer/ Bitmez kabus nice günler". Ne demekse?

Bahar gelmiş, havalar azıcık soğuk olsa da güneş ortalığı ısıtıyor.

Ve şarkıcı bas bas bağırıyor, "Her yer her şey güzel huzur arıyorum/ Kurtar beni demiyorum/ Allah'ım ne olur sabır ver!..." Allah Allah ne diyor bu adam ya. Pek bir şey anlamıyoruz ama yine de bir şeyler içimize işliyor ki, "Dağlar Kızı Reyhan" çalarken umurumuzda olmayan plak, "Aylar yıllar gelir geçer" olunca, nedense biraz ayak sürütüyordu.

Adam bağırıyor, "Her yer her şey güzel huzur yok içimde/ Yaşanmaz oldu bu yerde/ Ne olur Allah'ım kuvvet ver!..."

Hayda, bizde kuvvetten çok ne var ki. Yumruğumuz ile kayayı parçalıyor, keyfimiz ile de ortalığı şenlendiriyorduk.

Hele bir de bahar gelmiş ise, hiç bir şey umurumuzda olmuyor ki. O yıllar ana caddelerin yok kenarlarında mor akasya ağaçları vardı, tel tel sarkar ve hoş kokusu ve rengi ile bizi mest ederdi.

Sanıyorum ilk sabretmeyi o şarkıdan öğrenmiş olmalıyım. Çünkü diyordu ki, "Günler aylar gelip geçer/ Bitmez kabus nice günler/ Her yer her şey güzel huzur arıyorum/ Kurtar beni demiyorum/ Allah'ım ne olur sabır ver" diyordu da, bir tümce de var ki, o sıralar pek de bir anlam veremiyorduk.

"Her yer her şey güzel" evet ya, Akdeniz’in baharı da güzel olmayacak da, neresinin baharı güzel olacaktı ki.

Gel gör ki şarkı "kötü olan insanlar" diyordu.

Ya bize iyi olun, güzel olun, insanları sevin deniliyordu evde de, okulda. Biz de insanları seviyorduk hem de kendimizden daha çok.

"Tüm kötülüklere karşı/ Ne olur Allah'ım kuvvet ver" diye biterdi şarkı. O zamanlar pek de bir şeyler anladığımı sanmıyorum.

27 Mayıs ihtilalinin acıları olsa da, ülkeye bu güne kadar en özgürlükçü Anayasasını armağan etmişti. Onun gölgesinde de bizler özgür bireyler olarak orta okul, lise yıllarını geçiriyorduk. Ta ki bir sabah, "Dank sesleri ile" uyanana dek!..

İnsanın bu ortamda okul yılları geçince, yaşama da farklı bakıyordu. Eşitlik, özgürlük, dayanışma gibi kavramlar yaşam biçiminiz oluyordu. Ta ki, şarkın bazı dizelerinde ki gerçeklerle yüzleşene kadar.

Ne diyordu şarkı, "Her yer her şey güzel, kötü olan insanlar!.."

O zamanlar için ne kadar doğru ve anlamlı idi bilemem ama son zamanlarda yaşadıklarımdan sonra şarkıya hak vermemek mümkün değil. Buna inanmak istemiyorum, bu böyle ise de, içim burkuluyor.

Romalı Ozan Titus Macchius Plautus'un M.Ö: 3. yüzyılda dizlerinde kullandığı “Homo homini lupus est” sözcüğü, daha sonra Thomas Hobbes'un, günümüze kadar kadar gelen “İnsan insanın kurdudur” sözcüğüne dönüşünce, bizler gerçekler ile yüz yüze geliyorduk.

O yüzden, ülke bir seçim sürecine girmiş, seçimler yapılacakmış, pek de umrumda değil. Ha, olacak olanları küçümsüyor ya da önemsemiyor muyum, tam tersine; tepeden o kadar kocaman bir "çığ kütlesi" geliyor ki, dilerim bir şeylere çarpar dağılır da, hiç kimseye bir şey olmaz.

Yoksa, depremin yıkıntılarından sonra, insan yıkıntıları ile yüz yüze olur kalırız. Peki bunu herkes görmüyor mu?, Evet, görüyor.

Peki, o zaman senin kaygın nedir, diyeceklere yanıtım ise çok net.

İnsanlar ve beklentileri o kadar tekilleşmiş ki, hiç kimse demesem de, ekseriyet şahsi çıkarını, kendini düşünür olmuş.

O toplumsallık, çoğulculuk, daha az da olsa sınıfsal bir yaklaşım yok olmuş gitmiş. Görüyorum ki, bütün siyasi ilişkiler tepeden tırnağa şahısların kurtuluşu üzerine.

Gemisini kurtaran kaptan olmak niyetinde.

Eeee haklı olarak, az çok siyaset dehlizlerinin içinde dolaşmış birisi olarak, "sen ne düşünüyor, ne yapacaksın" diyen olursa.

Bugün Mart’ın biri, ilk günü değil mi? Evet.

Yok yok, "1 Mart Tezkeresi"den falan da söz etmeyeceğim. O da söylem de kaldı. Atı alan Üsküdarı çoktan geçti.

O yüzden size, biraz tebessüm ettireyim bari.

Mart gelmiş, bütün erkek kediler damlarda, çatılarda tam siper yatmışlar ki, çatıya bir dişi kedi gelsin diye!...

Bir haftadır bu olanları gözleyen küçük kedicik de, bir gayret çatıya çıkmış, bunu gören hınzır tekir kedi küçük kediciğe:

Ne işin var senin bu çatıda, der.

Kedicik de ne bilsin, siz ne yaparsanız, ben de onu yapacağım, der.

Tekir kedi biraz bozularak, biz çatıda sevişeceğiz, Mart geldi ya, der.

Kedicik de her şeyi öğrenecek ya, ben de, der!..

Bir saat, iki saat, üç saat oturduğu yerde kımıldamadan duran kedicik çok üşür, yerinden kalkar ve aşağı inmeye çalışır.

Bunu gören tekir kedi, kediciğe, hayrola, nereye, der.

Çatıda bu kadar beklemeyi, sevişme sanan kedicik de:

Ben artık yeterince seviştim, artık aşağı yuvama ineyim der!..

Eeee burnu sümüklü çocukluktan bu güne kadar yeterince "siyaset yaptık", ben de artık kendi sessiz sakin köşeme çekileyim bari.

Çatıda o kadar "tekir ve dişi kedi" var iken!..

Durun ya, cebimde ki müzik çalardan Sezen söylüyor:

"Yerimiz mi dar yoksa yenimiz mi dar/ Ne var/ Uçurmuş herkes oda kim oluyor/ Sen kimsin kim bunlar/ En büyük kim

Hadi bakalım kolay gelsin/ Bir acayip zor yarış/ Bana ne aman ben anlamam/ Pek hesaplı ince iş

Sen seni bil sen seni/ Sen sıkı tut çeneni/ Eline diline hakim ol

Sonra öcüler yer seni .."

Eee, atalar ne demişler, "Nush (söz) ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir". Lafın tamamı aptala söylenir.

Hadi bana müsade, öcüler yemeden!..


 

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER