“Ülkenin dününü bilen var mı?” / İbrahim UYSAL

“Ülkenin dününü bilen var mı?” / İbrahim UYSAL

İnsan, yaşadıkça akıllanır, uslanır, gönenç sahibi olur ve gittikçe de mutlu olur, değil mi? Evet, ben de öyle biliyordum.

Hatta hala böyle insanlar.

Tümcenin daha doğru söylenecek şekli ile, BÖYLE ÜLKE YURTTAŞLARI VAR!.. Hem de ülkemize turist olarak gelen yabancılar.

İnanamıyorum çevremde olanları gördükçe.

İnsan olmanın çok çeşitli sorumluluğu vardır.

Kendisine, çevresine, ülkesine, milletine, dünyaya hatta evrene bile

Peki sorumluluk nedir ki, bu kadar geniş kapsamlı olduğuna göre:

Bazılarına göre Türk Dil Kurumu Sözlüğü bakın ne diyor desem, "Türk" sözcüğü bir yandan, "Kurum" denilince akılına ATATÜRK gelecek, bu kez toptan ret ederler o yüzden "Oxford Languages"den alayım tanımını dedim, "Bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumu."

Demek ki yukarıda saydığımız sorumluluklar için yapmamız gereken şeyler olduğu gibi, HESAP VERMEMİZ gereken durumlar da vardır.

Bazıları tarihi sadece hamaset olarak görmek ister. Yok ataları olan Osmanlı şöyle yapmış, yok böyle yapmışlar. Laf laf laf.

Doğrudur Osmanlı, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri parçalanıp yok olunca, en akıllı ilişki ağlarını kurup, doğru kanallara yönelip, aklı ve bilgiyi yerinde kullandığı için;

ilk dönem kurulan 10, ikinci dönem kurulan 22, beylik içerisinde kalıcı devlet ve İmparatorluk kuran Devlettir.

Beyliğin kurucusu Osman Bey'e, hocası Edebali'nin öğüdü: "SuçIamak bize, katIanmak sana. AcizIik bize hoş görmek sana, anIaşmazIıkIar bize, adaIet sana, haksızIık bize, bağışIamak sana. Ey OğuI, sabretmesini biI, vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma ve insanı yaşat ki, DevIet yaşasın!.."

İşte bu yüzden Osmanlı devlet ve imparatorluk olmuştur.

Ne yazık ki, bir Türk Beyi tarafından kurulan Devlet, kendi öz varlığı, halkın kullandığı dili yerine, sarayda dönemin hakim dilleri Arapça ve Farsça kullanmayı yeğlemiştir. Bunun sonucunda da "Osmanlıca" denilen arapça harfler ile yazılan, sarayın kullandığı bir "dil" ortaya çıkmıştır.

Ne zaman ki, Osmanlı'da TÜRKÇÜLÜK hareketleri başlamış, Avrupa'da Milliyetçilik akımları gelişirken, tanzimat ile birlikte Osmanlı aydınında da ilk Uluslaşma süreci düşüncesi başlamıştır.

Saray, devşirme aydınları ile devleti ancak bu kadar yönetebilmiş ve sonunda da parçalanıp yok olmuştur.

Oysa, Fatih Sultan Mehmed, ana dili Türkçe-Osmanlıcanın yanında Yunanca, Latince, İbranice, Arapça ve Farsça olmak üzere beş tane yabancı dil bilmektedir.

Gerçek aydınların bir görevi de, Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde, özellikle Çaldıran Savaşından sonra tün Osmanlı topraklarına getirilen Arap ve Fars okur-yazar-hocların tarihimize ne katıp, katmadıklarıdır.

Doğrudur, Türklerin bir kısmı Orta Asya'dan geldiklerinden bu göçer yaşamışlardır. Unutulan, görmezlikten gelinen ise, bu kurulan şehirleri, köyleri kimlerin ya da hangi "göçer" Türklerin kurduğu sorusu olmalıdır.

Genellikle Anadolu'ya göçen Türklerin hep göçer yaşadıkları gibi bir bilgidir. Oysa, bunların bir kısmı, ki Toroslarda Antalya, Mersin Muğla gibi illerin çoğu yerinde yazın ve kışın oturdukları aynı adı taşıyan köyler vardır.

"Aşağı Karaman, Yukarı Karaman", yaylanın "Çığlık"ı, ovanın "Çığlık"ı. Yaylanın "Çikin Obası", ovanın "Çikin Obası", yaylanın "Göçerler"i, ovanın "Göçerler"i gibi.

Ve buralarda hep konuşulan dil Türkçe olmuştur. Fazıl Hüsnü Dağlarca bu yüzden bağır, çığırır, yırtınır :

"Seslenir seni bana “Ova”m, “Dağ’ım,/ Nere gitsem bulur beni arınmış./ Bir çağ ki akar ötelere,/ Bir ak ... ki yüce atalar, bir al ... ki ulu oğullar,/ Türkçem, benim ses bayrağım!.."

Devşirme aydınlar, devşirme yöneticiler ile yönetilen devlet (Osmanlı) yıkılıp yok olmuştur ama Anadolu'da dahil bir çok yerde Türkçe, milleti ve halkı ile birlikte hep var olmuştur.

Osmanlı'nın bir Kanunisi vardır. Kanunu Sultan Süleyman diye.

Amerikan Kongresi’nin başkent Washington'daki Capitol binası duvarına, TARİHİN EN BÜYÜK 23 KANUN YAPICILARININ portrelerini yerleştirilmiştir.

Bu isimlerden biri de, yaptığı yasal düzenlemeler nedeniyle "KANUNİ" sanı ile anılan I. Süleyman, Kanuni Sultan Süleyman'dır.

İnsanlar "eğitilsin" diye getirilen arap, fars hocalar ile yaratılmaya çalışan dil ve saray bugün yoktur ama Amerika'da bile bugün adından söz edilen bir Kanuni Sultan Süleyman vardır.

Neden bunları yazdım.

Biraz da bürokratik turizmci olmamdan mı kaynaklanıyor, yoksa Antalyalı olmamdan mı kaynaklanıyor bilemiyorum ama yaz gelince hep yolum güneye düşer.

Bu yaz da yine yolum güneye düştü. Keşke düşmeseydi.

Ben, milliyetçi değilim, daha evrensel ve insancıl bakarım olaylara. Enternasyonalist bir bakış açım vardır. Sınırsız ve sınıfsız bir toplum özlemimdir. Ama gördüklerim.

Bütün şehirlerimiz Ankara, İzmir, İstanbul, Antalya, Karadeniz neresi var ise, ülkenin her yeri dünyanın dört bir yanından milletin insanı ile dolu. Nasıl gelirler, neden gelirler, bunu ben değil, "milliyetçi" geçinenler düşünsün!..

Ben düşüncemi ve kaygımı yazıyorum. Çözümün merkezinde onlar var. Devlet, Devletten soruluyor.

Yılları Almanya'da geçmiş bir yakınım, (Alman vatandaşlığı verelim dedikleri halde kabul etmedi), yakınlarının yanına gitmek için üç aydır vize bekliyor. Icığından, cıcığına kadar araştırılıyor.

Ülke yol geçen hanı olmuş.

Geçenlerde bir turizm yöresinde gördüm, altyapı için yer altına kablolar döşeniyor. Döşeyenler kendi aralarında konuşuyorlardı sözlerini anlamadım. Sonradan baktım hepsi yabancı. Nereli olmasının bir önemi kalmamıştır. Türk Yurttaş değildi.

İşi yapan şirket devletin şirketi. Şirketin ihale verdiği şirketin taşeronun çalıştırdığı adamlar Türk Vatandaşı değil.

Ülkede işsizlik mi var ki!.. Hey yavrum hey!..

Osmanlı, kendi aydınını Tanzimat ile tanıdı ama geç.

Türkiye Cumhuriyeti de, sokaklarda, sahillerin plajlarında aç, sefil vaziyette sabahlayan kendi öz evlatlarını ne zaman hatırlar ki.

Ha bire bir çuval yurttaş kayıt edildiği ve bunların torbalanıp, torbalanıp gerekli seçim bölgelerine taşınacağı yazılıyor.

Ülkede bir şeyler garip gidiyor.

Artık yurttaşın çoğu "lanet olsun" deyip, ne gazete okuyor ne de televizyon izliyor. Boşvermişlik çoğu kişinin kanına işledi.

Halk suçlu, çünkü doğru siyasileri seçmedi.

Siyasiler suçlu, çünkü siyaseti kendi gelecekleri için bir çıkar yol gördüler. Oysa, siyaset ülke yönetimi, halkın refahı için gerekliydi.

Devlet is şaşkın. Ne yapacağına şaşırmış vaziyette.

Bu şaşkınlık ve bezginlik ile;

"nereye Payidar, nereye, / çıkmaz bu yol bir yere!.."

İbrahim UYSAL

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER