“Bilgi sahibi olmadan fikir yürüten çok mu ?” / İbrahim UYSAL

“Bilgi sahibi olmadan fikir yürüten çok mu ?” / İbrahim UYSAL

Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesindeki 10 Ağustos 1992 günkü yazısında, "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz" diye yazar.

Peki buna benzer sözleri daha önceden söyleyen, kayda değer birisi var mıdır? Biraz araştırılınca;

Konfüçyüs'ün "bilgi sahibi olunması" kokusunda söylediği şu sözünü buluruz: "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, tehlikelidir".

Evlerin bozularak "özel okul" yapıldığı bir dönemde, okul sayısının ve okuyan sayısının artmış olduğunu sayman ne büyük cahillik.

Devlet, yurttaşları arasında ortak bir payda yaratmak için vardır.

Yurttaşlık bilinci denilen olay da budur.

TDK, "yurttaş" tanımını şöyle yapıyor:

Yurtları ya da yurt duyguları aynı olanlardan her biri, vatandaş.

Bütün bunlar doğrular olsa da, bir de dipnot düşmek gerek:

Aynı ülkeyi paylaşan kimselere yurttaş denilse de, o ülkenin vatandaşı olarak her şeyden yararlansa da, asıl YURTTAŞLIK, yaşadığı ülkesine bağlı bir şekilde yaşayan bireylere yurttaş demek gerekir.

Bu ortak paydayı da, DEVLET yapar, buluşturur ve yaratır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisinin yazdığı gerek YURTTAŞLIK BİLGİLERİ kitabında, gerekse de el yazısı ile notlarında Türk Milletini şöyle tanımlar. "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir".

Bu aynı zamanda onun yapmak istediği "ULUSLAŞMA" projesinin de, en değerli yanıdır. Bu bağlamda Devletin görevi, Yurdun kurtuluşu için savaşan, kuruluş aşamasında ve sonrasında gelişmesi için de çaba harcayan insanların da, kendi ana dillerini konuşarak ve yaşadığı topraklarında özgür yurttaşlar olmalarını sağlamak olmalıdır.

Yurttaşlık bilinci ise, ortak dil, vatan, bayrak, şuur etrafında toplanmak, birlikte olmakla olur.

Bu nedenle yaşadığı ülke için aynı çıkarlar uğruna hareket eden kimselere YURTTAŞ denmesi daha doğrudur diye düşünürüm.

Bir kaç yıl önce, ilin birinde kentsel dönüşüm yapan bir şirket gazeteci Uğur Mumcu'nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözünü almış, kutsal kitab Kur'an'ın bir suresi (Al-i İmran) diyerek, duvar ilanları vermeye kadar götürmüştür.

Peki Kur'an'da böyle midir diye bakınca, orada da bir başka şey ile karşılaşıyorsunuz.

Benzer sözler elbetteki vardır ama bunun ile ilgisi yoktur. Her ne kadar 300 kadar Kur'an meali, özlü tefsirler ile birlikte bu sayı 500'e kadar da çıksa da, ben açıklaması da olan meali alayım dedim.

"İşte siz öyle kimselersiniz ki, (haydi) hakkında (biraz) bilgi sâhibi olduğunuz şeyde(Mûsâ ve Îsâ meselesinde) tartıştınız; fakat hakkında hiç bilgi sâhibi olmadığınız şeyde(İbrâhîm meselesinde) niçin tartışıyorsunuz? Hâlbuki (onun gerçek mâhiyetini) Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (Hayrat Neşriyat Meali).

Bu kadar çok mealin olmasının sebebi ise, Halife Osman döneminde yazılan Kur'an'ın, bugün yaşamayan bir arapça, "Arami Arapçası" (süryaniceye yakın) yazılmış olmasıdır. Sorunun kaynağı biraz da buradadır.

Son zamanlarda sosyal medya ve televizyonlarda ağzı olan konuşmaya başlayınca, ortalıkta BİLGİ KİRLİLİĞİNDEN geçilmiyor.

Hiç kimsenin, söylediği sözün yanlışlığı karşında bir sorumluluk duyduğu falan da yok.

Geçenlerde bir televizyon kanalında İlber Ortaylı hoca, "Lozan'ın 100 Yıllık Olmadığını", Seha L. Meray'ın sürecin her gününü, birkaç dilden karşılaştırmalı incelemesi sonucunda ortaya çıkardığı tercümler sonucunda yazdığı 8 ciltlik "Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler" adlı yapıtını da kaynak göstererek anlatıyordu.

Bu konuda o kadar çok yapıt kaleme alınmış ki. Buna karşın hala bu kadar bilgi kirliliği, inanılmaz.

Bu kadar bilgi kirliliği içinde, kuruluş masrafları bizzat Atatürk tarafından karşılanan ve halen de giderleri için Atatürk mirasından önemli bir pay alan Türk Tarih Kurumu, neden bu yönde yayınladığı kitapları Üniversite de dahil, özel -resmi okullara ücretsiz göndermez?

Ülke tarihi ve kaderi açısından önemli bir sürece giriliyor.

Bu, her ne kadar bir seçim imiş gibi görünse de, iktidar açısından çok farklı bir kader süreci, muhalefet açısından da başka bir mücadele sürecini ifade etmektedir.

İktidar, gazete, televizyon ve sanal ortam da dahil, her türlü "bilgi" paylaşım olanağını kullanarak, kendi argümanlarını çok geniş bir kitleye ulaştırmaya başlamıştır.

Muhalefet ise, süreci nasıl ve ne şekilde yürütüleceğine ilişkin karar süreçleri içine girmiştir. Gerek "6'lı masa" olarak bilinen blok, gerekse de diğer bileşenlerin en başta ki ortak nokta ise, MEVCUT İKTİDARIN gitmesidir.

Sonrası ise, bir başka süreç gerektirir.

Unutmayın, Osmanlı Devleti parçalandı, yıkıldı ama bu ülkenin insanları bütün ayrılıklarını bir kenara bırakıp, Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında ülkenin kurtuluşu için odaklandılar ve başardılar.

Daha sonrası ise ise, yine Mustafa Kemal Atatürk'ün dehası ile aşıldı ve TBMM'de tüm süreçler yönetildi.

İşte tüm bu olanlar bilgi, deneyim ve süreç yönetmek ile ilgilidir.

İktidar, iktidarda kalmak için kişilerin, toplulukların, toplumun her kesiminin sorunlarına odaklanmış ve yeni bir iktidar alternatifi imiş gibi projeler üretmekte ve iktidar olmanın avantajı ile çözmekte

Muhalefet ise, umarım yapılan toplantılarda önceliği en temel konulara verir. Çünkü, başta da söyledim, herkesin bilgisi, doğrusu, önceliği ve ilişkisi çok farklı. Sürece kendi açılarından ve önceliklerinden bakmak, en başta kendilerini hedeften uzaklaştırır.

6'lı masada iki şanslı kişi var, birisi Babacan, diğeri de Davutoğlu. Devletin son halini ve ilişkilerini biliyorlar ve bunun avantajlarını kendi lehlerine yürütüyorlar. Meral Hanımın da ilişkilerini sürüyordur.

CHP, bütün bunlar karşında, durumunu bir şekilde gözden geçirse iyi olur. Çünkü, "El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar".

CHP, sıradan bir parti değildir. Son zamanlarda CHP'de ve CHP adına, CHP'nin ne olduğu bilmeyenlerin, CHP adına fikir yürüttüklerini üzülerek görmekte CHP seçmeni.

CHP'nin her türlü bilgi kirliliği ve yanıltıcı süreçlerden arınarak, bu süreci aşacak kaynak ve olanakları vardır. Yeter ki, özüne dönsün ve insan kaynağı da dahil, kaynaklarının farkına varsın!..

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER