“İdeolojiler ve Atatürk yok sayılınca” / İbrahim UYSAL

“İdeolojiler ve Atatürk yok sayılınca” / İbrahim UYSAL

Çalışma masama oturuyorum; okuduğum, okumadığım, not aldığım, almadığım kitaplar bana bakıyor ve gözlerim üzerinde dolanırken her biriyle ayrı bir iletişim kuruyorum.

İçlerini açınca her biri bana ayrı ayrı şeyler söylüyor, hatta bazen, "bak sana o zaman bunları söylemiştik ama, bak bugün böyle anla" diyerek de uyarıyorlar.

Sonra, sokaklara çıkıyorum, eskiden insanları güzel yüzleri, yerli yersiz olsa da kahkahaları, ellerinde gazeteler, dergiler olurdu.

Şimdi her şey değişti. Gazete ve dergiler internette; kitaplar sayfa sayfa "pdf" (İngilizce, "Portable Document Format"; Türkçesi de "taşınabilen belge") dosyalarında cebimizde, çantamızda.

Bazı çay, kahve gibi bir şeyler içilecek, bir şeyler yenilecek yerlerin duvarlarında raflar ve kitaplar var ama, oturanların derdi başka.

Sanal ortamda herkesin bilgisi düşüncesi ve günlük yaşamda da karşılığı var.

Siyasi düşüncesi olanların söylemleri güzel, projeleri ve anlatımları güzel, yeri ve zamanına göre de oldukça iyi.

Akademisyenler, siyasi, sosyal birikimi olanlar yazıyor, çiziyor ve televizyonlarda bile yer buldukça anlatıyorlar.

Anlayacağınız her şey çok iyi, mükemmel olmasa da kötü değil.

Eeeee, o zaman neden hep aynı yerde debelenip duruyoruz bu siyasi bataklığın içinde. Neden bir adım yol alamıyoruz?

Neden hepimiz farklı farklı yerlerde olsak da, benzer sebeplerden dolayı mutsuz ve huzursuzuz.

Sorun olarak görülen her şeyi saya say bitmez. Peki bunu sadece sen mi biliyorsun? İşin iyi ya da kötü tarafı herkes biliyor.

İşte "zurnanın zırttt dediği yer" de burasıdır.

Herkes her şeyi biliyor ama sorunlar da sürüyor.

Eeee bir çevrede herkes her şeyi biliyor ve sorunlar da sürüyor ise orada bir sorun yok mudur? Düşünelim.

Hatta kendimize bir soru daha soralım. Maden biz doğru şeyleri biliyoruz ve ortak nokta sayılabilecek şeylerde doğru tek olmalı. Bu da doğru, o zaman bu doğruyu böyle görmeyen ve yapmayanlar, daha açık anlatım ile karşı taraf neden bu kadar başarılı, seçimlerde alıp başını gidiyor?

İşte sorun da bu.

Özellikle bu ülkede 1945'lerden sonra bir şeyler değişmeye başlamış. 1950'ler de tohum yeşermiş ve kök salmış. Yetmemiş.

1970'lerde, ayrık otu sayılan otlar tarladan, bahçeden temizlenmeye çalışılmış. Fidanlar kırılmış, asılmış.

Demek ki ne kök ise, çok sağlam ve kalıcı imiş. Bu kez de 1980'ler de denilmiş ki, böyle asmakla, kesmekle olmuyor, biz en iyisi "köküne kibrit suya salalım".

Evet, köküne kibrit suyu salmak işe yaramış ve hemen yanlarına dikilen yeni aşılı fidanlar ile tarlalar, bahçeler yeşertilmiş.

Ama bu kez de, tarla ekilene, dikilene yabancı. O zaman da, tarlanın kafasını karıştırmak gerek.

"Uyu yavrum ninni uyutayım seni/ Ninnilerle minnilerle avutayım seni/ Uyu güzel bebek uyu da büyü/ Bebek bir gün büyüyecek söyleyecek bu ninniyi/ Uyu yavrum ninni uyutayım seni/ Masallarla ninnilerle avutayım seni/ Uyu sayın dinleyici uyutayım seni/ Aranjmanla maranjmanla avutayım seni/ Sarkılarla türkülerle avutayım seni/ Uyu sayın seyirci uyutayım seni/ Renkli menkli sinemaskop avutayım seni/ Uyu yavrum ninni uyutayım seni/ Renkli menkli sinemaskop avutayım seni/ Seksi meksi filimlerle avutayım seni/ Uyu sayın okuyucu uyutayım seni/ Kuponlarla muponlarla avutayım seni".

Bu 1970'ler Melike Demirağ şarkısı. Fal bakmaya gerek yokmuş.

Peki o kadar laf ediliyor, söz söyleniyor da, neden bu kadar dağınıklık. Hiç düşündünüz mü?

Ben geçmişte de pek doğru bulmazdım, bugün de ne kadar doğru olduğunu görüyorum.

Efendim biz demokratlar ve solcular özgürlükçü olduğumuz için, her şeyi söyleme ve dilediğimiz gibi özgür davranma hakkına sahibiz.

Sağcılar ise, "biat kültüründen geldiklerinden" onlar, her şeyi kabul eder sorgulamazlar. Bu yanlış değil. Ama tam da doğru değil.

Eğer bir düşünce topluluğunda ya da siyasi bir toplantıda konuşuyor isek elbette ki, düşüncelerimizi özgürce anlatacağız. Fikirlerimizi elbette ki savunacağız.

Ama toplu davranış gerektiren yer ve durumlarda ise, ortak bir noktada buluşmak zorundayız. Hiç kimse kusura bakmasın ama yapılan özgürlük değil, kalkafonidir. İşte beğenilmeyen tarafın "biat" denilerek aşağılanan davranışı ise, "örgütsel davranıştır". Örgütlü toplumlar, örgütlü davranırlar. Başı bozuk değil.

Peki, aynı noktada olmasa da ortak noktada buluşma nasıl sağlanır diye sorulur ise, yanıt çok net ve tek. İdeolojik birliktelikle. Öyle aklından geçen başka, ilişkilerin daha başka ve niyetin ise başka bir alem ise bu yolun ne çıkışı vardır ne de sonu.

Yıllardır dolanıp durmamız da bundan dolayıdır.

Atatürk boşuna mı Nutku yazdı ve 15-20 Ekim 1927 günleri arasında TBMM'de saatlerce okudu. Boşuna mı partisine ve kurtarıp kurduğu ülkesinin Anayasasına İLKELER koydu.

İdeoloji yol haritasıdır, ilkeler ise ortak noktada buluşma yerleridir. İşte o günden bugüne kadar savrulup durmamızın sebebi belli değil mi? Gerisi laf-ı güzaf!..

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER